Osmanlı Devleti'nde Dış Borçlanmanın Başlangıcı

 

 

TANZİMAT DÖNEMİ

            Osmanlı’nın Sosyo-ekonomik çöküşü ve tarih sahnesinden çekilişi bir anda olmamış, yüzyılları alan bir süreç içerisinde gerçekleşmiştir. Bu tükeniş başlangıçta Osmanlı’nın yarı sömürge nitelikler kazanması ve tarihin zorunlu bir durağı olarak uluslaşma hareketlerinin etkisiyle toprak bütünlüğünü yitirmesi gibi nedenlerle hızlanmıştır Batı’nın sömürgelerden elde ettiği zengin kaynaklarla sağladığı birikim sonucu sanayi devrimini yapması, Osmanlı’yı dünya ekonomisi içinde hammadde ihracatçısı, sınai ürün ithalatçısı konumuna sürüklemiştir. Ayrıca Osmanlı devlet yapısının modern sınıflaşmayı engelleyen örgütlenmesi toplumsal sınıfların gelişmesine engel olduğu için üretim güçlerinin sağlıklı gelişimi mümkün olmamıştır.

            1839 Tanzimat Hareketi Batılı güçlerin etkisinde, ancak aynı zamanda ilerici iç dinamiğin belirleyiciliğinde, Osmanlı devlet ve toplum yapısında gerekli değişimleri öngörmüştü. Üstelik bunların bir kısmını yapmayı başardı. Fakat her reform adımında gerçekleşen açılma ve çözülmeyi zaaf sayan Batı baskısını ağırlaştırarak Osmanlı üzerindeki tahakkümünü artırdı. Nitekim 1856 Islahat Fermanı’nı izleyen süreç, Tanzimat aydın ve ilerici güçlerinin etkisizleştirmeye çalışıldığını ve Batılı güçlerin Osmanlı idaresinde ipleri ele geçirdiğini gösteriyor[1].

            Tanzimat devlet adamları, 1856-1876 yılları arasında yalnız gelenekselleşmiş bir iş haline gelmiş olan idari alandaki suiistimallerin kökünü kazınması için değil, aynı zamanda temsili yönetim ile yönetimde nihai sekülarizasyona temel oluşturan Batı fikirlerinin benimsenmesi yönünde çaba harcadı[2]. Tanzimat dönemi devlet adamları kötü planlanmış mali merkezileştirme teşebbüsünde ve iç pazarların Avrupalılara açılmasında, neticeleri İmparatorluk sisteminin çöküşünden önce tam olarak asla düzeltilmeyecek iki önemli hataya, belki de kaçınılmaz olarak düştüler[3]. Bu hataların başında yabancı devletlere tanınan imtiyazlar gelmekte olup; bir diğeri de sosyal hayatı derinden etkileyecek olan, Batı tarzı bir hukuki yapılanmanın zeminlerinin hazırlanması idi.

Osmanlı Devleti ile İngiltere Devleti arasında 16 Ağustos 1838 yılında imzalanan ticaret antlaşmasıdır. Anlaşma ile İngilizler Osmanlı topraklarında her türlü malı sarın alma hakkına sahip olacaklar, çeşitli zirai ve sınai ürüne konan yed-i vahit [4] kaldırılacak, malların bir yerden başka bir yere nakli için tezkere istenmeyecekti.        

            Balta limanı anlaşması kapsamlı bir kapitülasyon örneği olmasının yanı sıra doğurduğu sonuçlar açısından önemlidir. Zira bu anlaşmanın mimarı sayılan M. Reşit Paşa 15 ay sonra Gülhane Hatt-ı Hümayunu ’nu ilan etti. Böylece Tanzimat dönemi başladı.

            Osmanlı İmparatorluğu’nda öteden beri ihraç edilecek mallar, Osmanlı tüccarı tarafından iskele şehrine getirilir, yabancı tüccarlar tarafından buradan satın alındıktan sonra gümrük resmi ödenerek ihraç olunurdu. Ancak 18. asrın sonlarından itibaren Avrupalı tüccarlar, aradaki mutavassıtları çıkarıp malı istihsal edildiği bölgede satın aldıkları takdirde karlarının daha fazla olacağı düşüncesi ile memleket dâhiline nüfuz etmeğe başladılar[5]. 19. Yüzyıldaki imtiyazlar, daha öncekilerden kapsamları ve sınırlarının daha bilinçli bir şekilde saptanması ve ticari hayata uygulanmasıyla diğerlerinden ayrılırlar[6]. 1838 yılında imzalanan ticaret antlaşması, en az düzeyde olsa, ülkede bazı reformlar gerçekleştirmeden uygulanamazdı. Mübadele alanında mutlaka liberalizmin uygulama alanına geçmesi siyasal alanda da asgari bir liberalizmi getirmekteydi[7]. Bu ticaret antlaşması Osmanlı ülkesinde sadece ticari faaliyetler üzerinde değil aynı zamanda siyasi ve hukuki alanda da kendisine hareket sahası yaratmak istemiştir.

            İngilizler, Anadolu mahsulatı üzerinde tatbik edilen yed-i vahidden başka, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa2nın hemen bütün Mısır mahsulatına teşmil ettiği inhisar sistemini kaldırılmasını istemekte idiler[8]. Nihai müzakereler, Hariciye Nazırı Reşid Paşa riyasetinde, Başvekâlet muavini M. Kani Bey ve Hariciye Müsteşarı Nuri Efendi’nin iştiraki ile Reşid Paşa’nın Balta Limanı’ndaki yalısında gizli olarak yapıldı ve dışarı herhangi bir haber sızmaması için gayret gösterildi. Sultan Mahmud’un evahir-i Cemaziyülevvel 1254 (12-16 Ağustos 1838) tarihli ve muahedenin Devletin şahsına uygun suretle yapılmasına amir fermanının sudurunu müteakip, hazırlanan muahede 16 Ağustos’ta Reşid Paşa ve Ponsoby taraflarından imza edilip müteakiben hükümdarın tasdikine sunuldu[9]. 1838 Ticaret Antlaşması’nın meyvelerini bir an evvel toplamak hevesinde olan Düvel-i Muazzama ülkedeki reformların yapılmasından yana idi[10].

            Balta Limanı Ticaret Antlaşmasıyla önemli olan imtiyaz sahibi olan İngiltere, üretimin ve dış ticaretini geliştirebilmek amacıyla, Sanayi Devrimi’nin başında olduğu gibi 19. yüzyılda da koruyucu bir gümrük politikasını ayakta tutmaya çalışmıştır[11]. Ticaretin hiçbir kısıtlamaya bağlı olmadan geliştirmesini savunan İngiltere sanayi burjuvazisi, hücumlarını Levant Şirketine de yöneltmekte de gecikmedi. Şirketin tekelci imtiyazının kaldırılması ve Osmanlı pazarının kendine güvenen herkese açık tutulması yolunda yoğun bir propaganda kampanyası başlatıldı[12]. İngiliz pamuklarının ucuzluk, renklerindeki parlaklık ve dayanaklıklarıyla Kahire’den İstanbul’a kadar Osmanlı pazarında “prodigious demand” bulunduğunu ve ticaretin İngiltere için son derece önemli olduğu kaydedilmektedir[13].

            Bunu takip eden yıllarda Fransa ile 6 Nisan 1839’da 18 Mayıs 1839’da Hansa şehirleriyle ( Lubecek, Bremen, Hamburg ) 2 Eylül 1839’da Sardunya, 31 Ocak 1840’da İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840’da Hollanda, 30 Nisan 1840’da Belçika, 22 Ekim 1840ş’da Zolverein hükümetleri (Prusya, Baviyera, Saksonya, Wurtenberg, Baden, Hasen Elektörlüğü ve Grand Dükalığı, Thuringen, Nassau, Birliği, Serbest Frankurt Şehri), 1 Mayıs 1841’de Danimarka, 20 Mart 1843’de Portekiz ile aynı şartları havi muahedeler imzalayarak ticari imtiyaz sahip olmuşlar idi[14]. İngiliz dış işleri bakanı Palmerston, Fransız büyükelçisine “ şunu hareket noktası kabul ediyorum ki ortak siyasetimizin hedefi Osmanlı İmparatorluğu’nun muhafazasıdır. Avrupa da dengeyi elde tutmanın en zararlı güvencesi budur. Bu bakımdan onu düşmanları kadar, dostlarına karşıda savunmak zorundayız.”[15] “1856 Paris Antlaşması ile ülkenin toprak bütünlüğünün Avrupa’nın toplu güvencesine bağlanması Reşid, Ali ve Fuat Paşalar tarafından yürütülen dış politikanın bir neticesi olarak kabul edilmektedir. İlk defa Hristiyan olmayan bir devletin, Osmanlı Devleti’nin Avrupa hukukuna ve Avrupa milletler ailesine alınması Devletler hukukunun, gerçek anlamda uluslararası bir nitelik kazanmasını sağlamıştır.”[16] 1838 Ticaret Antlaşması’ndan önce, kapitülasyonlar aracılığıyla ithalat ve ihracat üzerindeki rüsumlar, geleneksel %10 oranından, ithalata %5’e ve ihracatta %3’e düşürülmüş durumda idi. Transit ticaret vergisi ise %8 olarak tahsil edilmekte idi[17].

            Yeni dönemde vergi ve askerlik düzenlenmesi yapılmış, can ve mal güvenliğinin sağlanması üzerinde durulmuştur. Hukuki alanda önemli değişikliklere gidilmiş; Tanrı hakları sistemi üzerine kurulu Osmanlı hukuku karşısında Batı’nın laik sistemi değer kazanmaya başlamıştı.

            Tanzimat’ın ilk iki yılında var olan aşar sistemi yerine eminlikler kurularak maliye memurları aracılığıyla aşar toplamak yoluna gidildi. 1834’ten beri uygulanan Hristiyan reayadan alınan üç bölümlük cizye sistemi değiştirilerek bölümler kaldırılıp, patrikhane aracılığıyla toplanmasına başlandı. Fakat aşar ve cizyenin bu yeni toplanma sistemi umulanı vermeyince eski biçime geri dönüldü[18].

Islahattan sonra geçici devrede, bilhassa aşarın toplanmasında meydana çıkan kargaşalıklar ve eski mültezimlerle mahalli ayanın baltalama hareketleri yüzünden, 1839-1840 yılı devlet gelirinin mühim bir kısmı toplanamamıştı[19]. Sikkelerin tağşişi ve halkın elindeki iyi sikkeleri vererek tağşişlileri almaya zorlanmak, altına çevrilmeyen kâğıt para basmak ve %12 faizle Galata bankerlerinden borç almak gibi yöntemler de uygulanıyordu. Mevcut koşullar altında her ne kadar mantıklısı Galata bankerlerinden faizle borç almak idiyse de, bu da merkezi bürokrasinin uzun vadeli çıkarlarına, yani ekonomik fazlanın denetiminin merkezileştirilmesine zarar veriyordu[20]. Toplam 10.000 kese olarak basılması tasarlanan kaimelerin 1/4’ü 250 ve 1/4’ü ise 500 kuruşluk olarak çıkarılması düşünülmüştür[21]. Çıkarılan kaimelerin hazinenin ihtiyacına cevap vermemesi üzerine 13 B 1256/10 Eylül 1840 tarihinde senelik faizi 6.000 kese tutan 48.000 keselik yeni bir tertip kaimenin daha çıkarılmasına karar verilmişti. Böylece çıkarılan kaimenin faizinin toplamı 10.000 ve muaccelesin de ( peşinat ) 80.000 keseye ulaşmıştı[22]. Kırım Savaşı’nın sonuna doğru 1 Şubat 1856’da Viyana’da toplanan İngiliz, Fransız ve Avusturyalılar arasında gelecek barış görüşmelerine temel ödev görecek prensipler görüşüldü. Bunların arasına Osmanlı da Hristiyan tebaanın hak ve imtiyazlarının açıklamasını isteyen bir madde konuldu. Böylece 27 gün sonra Islahat Fermanı Batılı devletlerin dayattığı bir program olarak ilan edilmiş oldu. 20 maddeden oluşan fermanın tüm hükümlerinde Hristiyan tebaaya Müslümanlarla aynı hakları kazandırıyordu. 

Gülhane Hatt-ı Hümayunu yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sadece bilgi edinmeleri için bildirildiği halde, Islahat fermanı Paris Konferansı devletlerine Paris Antlaşması’nda bir madde olarak işaret edilmesi için gönderilmişti. Fermanın Paris Antlaşması’nda ifade edilmesi yabancı müdahalesini meşrulaştırmıştır. Kapitülasyonlar gelen imtiyaz ve muafiyetlerle Osmanlı Devleti Hristiyan tebaasının üzerindeki hak ve nüfuzunun önemli bir kısmını zaten yetirmişti. Geri kalan kısmını da Paris Antlaşması devletlerinin müdahalesiyle yitirmek üzereydi[23]. 

1840’tan itibaren Osmanlı’nın dış ticaret hacminde büyük oranlı artışlar meydana gelmeye başlamıştı. Verilen imtiyazlar Batılı ülkelere yaramış, Osmanlı toprakları Batılı sanayi ürünleriyle dolup taşmıştır.

Tablo:5 Ülkelere Göre İhracat, 1830 – 1882 ( Yüzde Paylar ) 

 

 

 

 

 

Yıllar

 

 

 

 

 

İngiltere

 

 

 

 

 

Fransa

 

 

 

 

 

Almanya

 

 

 

 

 

Avusturya

 

 

 

Sanayi

Ülkeleri

Toplamı

 

 

 

 

 

Rusya

 

 

 

 

 

Diğer

Cari Fiyatlarla

Ortalama

( milyon

Sterlin )

İhracat 

1830-1832

13.3

14.3

2.1

30.9

64.3

12.6

23.1

3.8

1840-1842

19.8

16.6

1.9

29.1

67.3

10.4

19.5

5.2

1850-1852

20.1

15.8

1.1

28.0

76.4

8.3

15.3

8.8

1860-

1862

23.5

29.9

0.3

16.8

73.4

10.2

16.4

12.4

1870-

1872

27.2

25.3

0.4

14.3

69.4

14.7

15.9

19.4

1880-

1882

23.5

28.0

0.3

6.1

62.9

13.6

23.3

15.2

                        Kaynak: Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi, s.63.

            Tablo: 5’ den görüldüğü gibi, imparatorluğun dış ticaret dengesi 1830’dan 1882 yılına kadar sürekli açık vermiştir. Dış ticaretin ihracatta ağırlığın gelişmiş sanayi ülkelerine ait olduğunu görmekteyiz.

                        Tablo:6 Ülkelere Göre İthalat, 1830-1882 (Yüzde Paylar)

 

 

 

 

 

Yıllar

 

 

 

 

 

İngiltere

 

 

 

 

 

Fransa

 

 

 

 

 

Almanya

 

 

 

 

 

Avusturya

 

 

 

Sanayi

Ülkeleri

Toplamı

 

 

 

 

 

Rusya

 

 

 

 

 

Diğer

Cari Fiyatlarla

Ortalama

( milyon

Sterlin )

İthalat

1830-1832

19.0

9.9

3.1

16.9

52.7

31.3

16.0

4.0

1840-1842

29.3

8.6

4.6

22.1

67.3

16.5

16.2

5.7

1850-1852

25.5

9.3

9.7

26.2

74.6

13.6

11.8

9.5

1860-

1862

28.5

12.2

9.5

17.2

67.3

11.5

20.9

12.9

1870-

1872

32.4

12.3

13.6

12.9

76.7

9.2

12.1

22.4

1880-

1882

45.2

11.8

2.4

11.8

74.9

9.7

15.4

15.4

Kaynak: Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi, s.63. 

Dış ticaretin ithalata ağırlığın gelişmiş ülkelerine ait olduğunu görmekteyiz. Sanayi ülkelerinden ithal edilen ürünler, ilkel koşullarda çalışan zanaatların ortadan kalkmasına neden olmuştur. 

Osmanlı iktisadının çöküşü ile Batı’ya ayak uydurma çabaları aynı süreçte gerçekleşmiştir. Kısacası Osmanlı, kapitülasyonların yanı sıra; uzun süren savaşlar, isyanlar, kaybedilen topraklar, giderek ağırlaşan borç yükü, ticaret yollarının değişmesi, Avrupa’daki sanayi devriminin pazara etki etmesi, iç gümrük rejiminin yerli üreticinin rekabet gücünü etkisizleştirmesi, sanayileşme için gerekli tarım ve nüfus veriminin sağlanamaması ve iktisat bilgisine sahip olan devlet adamlarının olmaması gibi nedenlerinde etkisiyle kaçınılmaz bir sürece girmiştir. 

                        Tanzimat dönemini daha iyi anlamak için o dönemin bazı iktisadi olaylarına kısaca göz atmamız gerekir.



[1] Ulaş Kipal – Özgür Uyanık, Türkiye Milli İktisat Tarihi (Devletçilik), Kaynak Yay., İstanbul 2001, s. 13.

[2] Davidson.age., s.18.

[3] Fınley, age., s. 138.

[4] Yed-i Vahit: tekel demektir.

[5] Kütükoğlu, age., s.4.

[6] Okçuoğlu, age., s.498.

[7] Yerasimos, age., s.336.

[8] Kütükoğlu, age., s.86.

[9] Kütükoğlu, age., 107.

[10] Özcan, age., s.29.

[11] Kuyucuklu, age., s.87.

[12] Kurmuş, age., s.16.

[13] İnalcık, age., s.305.

[14] Kütükoğlu, age., s.115.

[15] Özcan, age., s.29.

[16] Yıldız, age., s.94.

[17] Issawi, age., s.94.

[18] Kipal-Uyanık, age., s.16.

[19] İnalcık, age., s.373.

[20] Kıray, age., s.83.

[21] Akyıldız, age., s.29.

[22] Akyıldız, age. s.30.

[23] Kipal-Uyanık, age., s.17.

Yorum Gönder

Daha yeniDaha eski